Urla yöresel mutfağı hakkında yapılan bilimsel çalışmamız tüm hızı ile devam ediyor. Bu hafta çalışmamıza Urla İskele’de devam ettik. 18 Mart gibi anlamlı bir günde güneşli bir havada verimli bir çalışma yaptık, bir yandan derledik bir yandan da öğrendik, planlanan görevlerimizi sonuçlandırdık. Her geçen hafta ekibimiz, tıpkı sırayla düşen cemreler gibi çalışmamıza ve Urla’ya bir nebze daha fazla ısınıyor, motivasyonu artıyor. Her daim güleryüzlü hocalarımızı ve öğrencilerimizi gören yöre sakinlerimiz ise her seferinde daha fazla yardımcı oluyorlar bizlere. Bu güzel etkileşiminin sürmesi ve başarılı bir çalışma ile taçlandırılması hepimizin ortak dileği.
Bu hafta bir ilki gerçekleştirdik hep beraber. Artık periscope dan sosyal medyada canlı yayınlar yapıyoruz, neler yaptığımızı ve yaşadığımız güzel anları kısa kısa bizim ile olamayan gönüldaşlarımız ile paylaşıyoruz.
Bu haftaki çalışmamıza, çanakkale deniz zaferinin yıl dönümünde, İskele merkezinde başladı. İlk olarak muhtarımız Yeşim Temiztepe’ye uğradık. Hemen muhtarlık ofisinin yanındaki küçük çay bahçesinde içimizi güneşin mi yoksa sohbetin mi ısıttığını tam anlayamadan türk kahvesi ve sakızlı kurabiyeler eşliğinde projemizi, amacımızı ve nedenlerimizi anlattık. Muhtar hanım tam bir İskele sevdalısı, bu sevda çok küçük yaşlarında başlamış ve her dem artarak devam etmiş. Sabahları mutlaka iskeleye uyanmalıyım, bu denizi görmeliyim diyen genç muhtarımızdan Urla iskele’nin güzel hikayesini dinledik. Ne yazık ki artık yaşamayan İskele sakinlerinden ve hala yaşayan, yaşatılmaya çalışılan yemek kültüründen bolca konuştuk. Ferah Hocamız Yeşim muhtarımız ile uzun bir çalışma yaptı ve çok değerli bilgiler derledi. Bize kültürel mirasımız hakkında bir çok bilgi verecek amca ve teyzelerimizin de bilgisini de alarak tekrar görüşmek üzere sözleşip ayrıldık muhtarlıkdan.
Bu arada diğer herkes çevreye dağılarak evlerde, bahçelerde, kahvelerde ve otellerde anketlerini tamamladı. O gün iskele merkeze gelenler mutlaka bizden birisini ya bir dükkan önünde esnaf ile, ya bir parkda bir dede ile bankta yada bir kamyonetin kasasında enginar satan teyze ile anket yaparken görmüştür. Öğrenci arkadaşlarımızın da yaptıkları sohbetler ve Urla’lılar ile girdikleri karşılıklı etkileşimlerde çok güzel anıların oluşmasına vesile olmuştur. Öğlen yemeğinde herkes bir araya gelince de kısa kısa dinledik bu anıları, bazılarına gülümsedik ama en çok da düşündük hep beraber.
Yemek sonrasında Urla’da yaptığımız derlemeye ciddi destek sağlayacağını düşündüğümüz zeytinyağı işliğini ziyaret ettik. Bizi Ali Ertan İplikçi karşıladı ve işliği bizzat kendisi gezdirdi. Urlanın tarihi dönemleri ve geçmişteki zeytinyağı ekonomisi hakkında bilgilendirdi hepimizi. O değerli bilgileri doğrudan kendisinden almak gerçekten çok keyifliydi. Geçmişinde en ileri teknolojileri geliştirip, endüstriyel üretim seviyelerine ulaştırmış, bu coğrafyanın ürünlerini, emeğini ve aklını çok uzaktaki limanlara bile ihraç edebilmiş bir şehirde yaşıyor olmak hepimizi gururlandırdı ama günümüzde ileri teknolojileri ithal eder hale gelmiş olmak da bizleri inovasyon konusunda kamçıladı. Ama ölçmeden iyileştiremeyiz, önce elimizdekileri ortaya koymak lazım ki biz de şimdi aynen bunu yapıyoruz. Ertan bey, o akıcı ve güzel türkçesi ve eski eğitimci olmanın da yetkinliği ile genç öğrencilerimize gayet rahat ulaştı, aynen orijinal haliyle tekrar canlandırılmış işlikde tüm detayları ile bize o günleri yaşattı adeta. Dernek olarak bizler de tüm bu değerleri ortaya çıkaran, bize ulaşmasını sağlayan, koruyan ve sürdürülmesine destek veren her kuruma, her yöneticiye ve her bireye tek tek teşekkür ediyoruz. Ali Ertan İplikçi’den kendisi ve eşi ile anket yapma sözü alarak mutlu ve donanmış olarak ayrıldık işlikden.
Daha sonrasında da günü ve görevleri tamamlamanın mutluluğu ile Türkiye İnovasyon haftası etkinliğine geldik. Son panel küreselleşen türk mutfağı üzerineydi. Panelistler Wilco van Herpen, Maksut Aşkar, Refika Birgül ve Mehmet Gürs’den oluşuyordu. Özellikle Maksut Aşkar’ın “Geleneği olmayanın geleceği olmaz” sözü ile Mehmet Gürs’ün “çiftçi yoksa yemek yok, yemek yoksa gelecek yok” sözü beni çok etkiledi. Dünyanın en iyi 100 restoranı arasına girmiş Mikla’nın şefi Mehmet Gürs’ün Yeni Anadolu Mutfağı projesinde tam zamanlı bir antropolog ile beraber Anadoluda yüzbinlerce kilometre yol yapıp yapacakları yemekler için doğal malzemeleri topladığını ve en önemlisi yerelden ilham aldığını duyunca çok sevindim. Bu yol en doğrusu ve sürdürülebilir kalkınma için bizlerin de bir katkısı olacaksa, küçük veya büyük, ne mutlu bizlere. Anlamlı bir şeyler yaptığını hissetmenin ve yurdumuzda bu şekilde çalışanların da olduğunu görmenin mutluluğu ile ayrıldık panelden.
Yeni bir yazıda görüşünceye kadar herkese mutluluk ve huzur diliyorum…
Mahmut Genç
Leave a Reply