1970 senesinin Haziran ayında, Manisa’nın Salihli ilçesinin mapushane müdürü, Rizeli “Gavur” Ali oğlu Ahmet Karaahmetoğlu ve karısı olan öz amca kızı Ayşe Karaahmetoğlu, tek çocukları Abdurrahman Karaahmetoğlu’ndan ve özbeöz kızları gibi sevdikleri gelinleri, Giresun Fındık Odası’na 0001 kayıt numarası ile kayıtlı Servet Karamustafaoğlu kızı İnciser Karaahmetoğlu’ndan olma ilk torunları Ilgaz Servet Karaahmetoğlu’nu – ki bu satırların yazarının en büyük ağabeyi olur- Ege‘nin sıcağında bir türlü uyuyamaması sebebi ile, Salihli’ye 24 km uzaklıktaki Bozdağ yaylasına çıkarırlar. Oğlan, 2016 senesinde yazları Batı Ege’de, hala yorgan ile yatma imtiyazına sahip olabileceğiniz bu yaylada, öyle bir uyur ki; bu sefer de ebeveynleri, oğlanın hayatta olup olmadığına bakmak zorunda kalırlar.
Ailenin en ge(n)ç mensubu olan ben, Cüneyt Karaahmetoğlu, kışları ilk önce Manisa’da, sonrasında da İzmir’de geçen çocukluğum ve 2003’de mezun olduğum üniversite yaşamım boyunca, bazı istisnalar hariç yazlarımın tümünü ailenin 1970’den beri kesintisiz geldiği ve 1978’de de ev inşa ettirdikleri bu kasabada, tam bir Doğu Karadeniz kadını olan babaannem ile geçirdim.
40’lar ve 50’lerde, asıl mesleği Jandarma Astsubaylığı olan dedem ile at sırtında, tüm zorunlu şark görevlerini Doğu’nun en ücra köşelerinde yapan ve söylenenlere göre çok iyi at ve silah kullanan babaannem, her zaman sırtında orak taşıyan, tam bir Doğu Karadeniz kadını ve asker karısıydı. Bugün hala, Bozdağ’da onu hatırlayan insanlarla konuştuğumda, akla gelen ilk görüntü, omuzundan hiç ayırmadığı orağıyla yürümesidir. Çocukluğumda sürekli bana bir şey yedirmeye çalışan ve doyduktan sonra normal olarak tüm sunduklarına hayır dememin sonucunda yüzündeki muzip gülümsemeyle “Peki babamınkileri yer misun?” diyecek kadar doğallığa sahip olan babaannemin, annem kadar bende hakkı vardır.
Babaannem, üç torunu, çok sevdiği gelini ve hep kızdığı ama hiç kıyamadığı oğlu bir araya geldiğinde kocasından kalma Kırıkkale yapımı 7.65 liği- ki vefatına yakın, babam’ın yarı serzenişi yarı memnuniyeti ile hep belirtiği gibi, silahı oğluna değil gelinine emanet etmişti- , Bozdağ’da evin balkonunda çıkarır, birkaç el saydırdıktan sonra mutlaka bize de attırırdı. Arada da yıllarca jandarma karakollarında görev yapmış bir kadının kadim bilgeliği ile jandarma komutanını gördüğünde hatırlatır; “Ben torunlarım geldiğinde saydıriyurum aklınızda olsun ha” derdi.
2003’de okuldan mezun olmamla beraber, çalıştığım meslekte başka şansım olmadığı için İstanbul’a gittim. İstanbul’daki çömezlik, hayat mücadelesi, gençlik gibi sebepler ile beraber sanırım ilk 8-9 yıl hiç Bozdağ’ı aramadım. Sadece kısa gidiş gelişler bana yetiyordu ama sonrasında, sanırım şehrin keyfini de almam ve başka şeyler aramaya başlayacak kıvama ulaşmamla beraber, Bozdağ hep burnumda tütmeye başladı. 2016’nın Nisanı’nda şartların da benim dışımda gelişmesiyle Bozdağ’da hep hayalim olan bir seneyi geçirmeye karar verdim ve Mayıs’ın başında buraya geldim. Bundan sonrakiler, 13 senenin 10’unu geçirdiğim Beyoğlu ve Cihangir ikametinden sonra, birden kış hane sayısının sadece 25 civarında olduğu bir köye gelip, bu yazının yazıldığı tarihte hemen hemen bu köyde bir yılını geçiren 37 yaşında birinin yazdıklarıdır:
Buraya, Mayıs’ta ilk geldiğim zaman toprak, annemler tarafından belletilmiş, gübresi attırılmış ve domates ile patatesi ekilmiş idi. Ben de çocukluk ve gençlikten kalma bilgilerle – çoğunlukla da çocukluğumda sadece babaannemi izleyerek öğrendiğim çapayı nasıl bu kadar iyi yaptığıma şaşırıp – salatalık, topan patlıcan, biber ve nane ektim. Bozdağ’a gelmemle beraber her sabah 5:30 ‘da kalkmaya ve saat 10’da yatmaya kendimi ayarladım. Sabah, tıpkı ben beş yaşındayken vefat eden dedem’in yaptığı gibi, gün doğmadan kalkıp inanılmaz olan kuş seslerini dinledim. Sonrasında İstanbul’da son bir seneden beri yaptığım gibi birkaç sabahta bir kendi ekmeğimi yapmaya başladım. İstanbul’da genelde arabaların yanından, Fındıklı – Sirkeci hattında yaptığım 5kmlik koşuları burada da yaptım; tabii inanılmaz temiz hava ve sebillerden akan sular eşliğinde.
Yazın domates zamanında, kış için 90 soda şişesine yakın -blogun sonraki yazılarında Ayla Teyzem’in soda şişesine domates konservesi tarifi gelecek- domates konservesi yaptım. İlk defa turşu kurdum. Buradan çok sevdiğim İngilizler’in Eminanım’ın torunu ve benim de çok iyi arkadaşım olan Stasie sayesinde unutulmayan tarif ile ilk defa Vişne Likörü (Cherry Brandy ve ahududu likörü yaptım.
Bahçeye, İstanbul’da yaşarken evde hep yetiştirmek istediğim ama hiçbir zaman yapamadığım ve her seferinde Cihangir Karfur’dan ufacık paketlerine 5’er lira verirken kendime kızdığım biberiye, fesleğen ve taze kekik ektim ve büyük bir keyifle, çoğunlukla da yemeğin arasında hızlı hızlı bahçeye gelip, büyük bir hazla bunlardan koparıp yemek yaptım.
Ağustos başından itibaren, iki buçuk ay boyunca baktığın, çapaladığın, otlarını yolduğun bahçedeki ürünler de vermeye başlayınca Bozdağ iyice keyifli bir hale geldi.
Buradaki yörükler Bozdağ’a geliş ve gidiş zamanlarını şöyle tarif ederler. Bozdağ’a Atatürk’ün Samsun’a çıktığı günlerde (19 Mayıs) gelinir, Atatürk’ün öldüğü günlerde de (10 Kasım) Bozdağ’dan ayrılınır. Bu tarihlerde Bozdağ’ın hem havası yaşamaya uygun hale gelir, hem de buranın temel geçim kaynağı olan patatesin (kumpir der buralılar) ekim zamanıdır. 10 Kasım ise artık iyice havaların soğumaya başladığı ve patatesin de topraktan kazılmasının bittiği zamanlardır.
Aslında Bozdağ’ı daha önce ilkbaharda, yazın ve kışın görmüştüm ama herkesin buranın ayrı bir güzelliği olur dediği sonbaharda hiç görmemiştim. En çok merak ettiğim zaman sonbahardı ve yavaş yavaş yaklaşıyordu. Gerçekten de en az dedikleri kadar varmış:
Eylül’de aileme kışı burada geçireceğimi söylediğimde, benim kafama her koyduğumu yaptığımı bilen ailem bile buna ihtimal vermedi. Büyük ihtimalle bebekliğimi bilen köylüler gibi şunu düşündüler: Hevesini alınca ve zorluğunu biraz görünce gider. Kış ile ilgili de yörüklerden gelen kadim bilgiler, kışın çok da kolay geçmeyeceğine işaret ediyordu. Onların dediğine göre yaban arısının (burada sarıca arı deniyor) çok olduğu seneler kış sert geçermiş. Bir de hayvanlar yazın en sıcak günlerinde bile sırtlarını güneşe çevirip yatıyorlarsa o kış çok sert olurmuş. Tabii ki yüzlerce yıllık deneyimlerden kuşaktan kuşağa aktarılan kadim bilgi şaşmadı ve inanılmaz karlı ve sert bir kış geçti:
Aralık’ın başında başlayan, buradaki köylüleri bile yıldıran kuru soğuk 27 Aralık’ta başlayıp Şubat’ın 10’una kadar merkezde yerden kalkmayan inanılmaz bir kara çevirdi kendini. Geriye dönüp baktığımda buraya geldiğimden beri verdiğim en akıllı karar, nispeten kışı kolay geçirmemi sağladı: Poyraza açık salonda yaşama fikrinden vazgeçip güneye bakan ve çocukluğumda bababannemle ile yattığımız küçük odada küçük bir hayat yarattım. Tüm her şeyimi burada yaşayacak şekilde tasarladım ve de tuğlalı bir soba aldım. (içi ısı tuğlası ile döşenmiş soba geç ısınır fakat çok geç soğur).
Kışın hayatımda ilk defa gece yatarken suların donmaması için açık bırakılması gerektiğini öğrendim ; buzdolabının soğutma amaçlı değil de yeri gelince ürünlerin donmaması amacıyla da kullanılabildiğini öğrendim; nasıl baca temizleneceğini öğrendim; 23-24 derecelik odadan -15 derecelik mutfağa girip paltolarla yemek yapmanın nasıl bir his olduğunu öğrendim…
Şimdi bahar yavaş yavaş geliyor ve ben yine ilk defa burada bahar için hazırlıklar yapacağım. Bugün ilk defa bahçedeki ağaçları budattım. Budatmakla ilgili asıl hoşuma giden, agaca çıkmayı seven biri olsam, burada yaşadığım süre boyunca o budamayı yapacak bilgiyi edinebilmemdi. Şimdi sırada bahçenin bellenme kısmı var. Sonra burada çobanlık yapan çocukluk arkadaşımdan alınacak koyun gübresinin bahçeye serilmesi ve sonra da dikim işleri var. İlk defa hayatımda bunların hepsini ben yapacağım.
Bu yazı, bir şekilde kurucu üyelerinden biri olduğum EGESÜRÇED’in bloğu için yazıldı. Derneğimizin kısaltmasının ilk üç harfine ve temel mantığına adını veren “Sürdürülebilirlik” kavramı aslında benim onu samimiyetsizce kullananların çok olmasından dolayı ilk başlarda epey “ayar” olduğum bir kavram. Benim gözlemim, bu kavramın şehirdeki bir kısım “üst düzey” insanın ağzını yayarak söylerken popülerliğinden çatır çatır faydalandığı ve bu kavramı sevimsiz hale getirdikleridir.
Sürdürülebilirlik nedir?
Benim için 40 yıldan beri aynı yerde 3 kuşaktır kahvecilik yapan Telli Mehmet’in kahvesinde, köyün orta yaşlıların birinin masama gelip oturup, dede’nin kahkahası çarşıda hiç eksik olmazdı, hem külhanbeyi hem de çok hoş sohbet adamdı demesidir ya da babası gibi, beşeri münasebetleri çok iyi olan babamın, biraz da biz çocuklarına olan lütfuyla “eskiden dişçi Apo derlerdi şimdi Cüneyt’in babası diyorlar demesidir” ya da bababannem’in şimdiki aklımla fark ettiğim kırsala dair belli etmeden öğrettiği sürü şeyi hiç zorlanmadan yapabilmemdir ya da üç kuşaktan beri alışveriş yaptığın mandıranın sana bu o deriden çıkan tulum peynirini çok tuzlu olduğu için satmak istememesidir ya da her Cuma günü sabah pazara gittikten sonra, 1985’de ölen eşinin mezar ziyaretini tek bir hafta bile atlamayan babaannem’den gördüğüm, sevdiğin, değer verdiğinin birinin mezarına özenini, babaannem ve dedem’in mezarlarına herhangi bir dine inanmamama rağmen sürdürmemdir.
Ben, burada yaşayan ailenin 3. kuşağı olarak bunları sürdürebilme bilincine, şansına ve -biraz da naçizane- cesaretine sahip olduğum için kendimi çok şanslı hissediyorum. Eminim babaannem ile dedem, evimizden uzaktan görülen mezarlarında da bu sürdürülebilirlikten çok mutlulardır ve ailemizin benden sonraki kuşakları da umarım onlara aktarmayı başaracağımız bilgiler ve değerler ile buranın bizim için değerini sürdürürler ve daha da geliştirirler.
Umarım, kurulmasına öncülük ettiğimiz ve sonrasında da herhangi bir beklentimiz olmadan hayatlarımızdan feragat ederek büyütmeye, geliştirmeye çalıştığımız bu dernek, gittikçe kaybettiğimiz ve ne yazık ki toplumun bir kesiminde bunun matah bir şey olarak görülmediği kadim bilgilerin, geleneklerin, yemeklerin sürdürülmesinin, bir toplum için ne kadar önemli olduğuyla ilgili insanların kafasında bir nebze de olsa soru işareti yaratabilir.
Sevgi ve saygılarımla,
Cüneyt Karaahmetoğlu
www.cuneytkaraahmetoglu.com
Bozdağ
02.05.2017